‘Casus’ ifadesinin kullanımına yönelik değerlendirme

Bu içeriği paylaş

Kıbrıs Türk Barolar Birliği İnsan Hakları Komitesi Başkanı Avukat Aslı Murat’ın Medya Etik Kurulu’na ilettiği şikayet üzerine yapılan incelemede, çeşitli medya organlarında KKTC’de tutuklanan beş Kıbrıslı Rum’a ilişkin haberlerde “casus” ifadesinin sıkça kullanıldığı tespit edilmiştir.

Günümüzde dijital medya ortamında hızla yayılan bilgi kirliliği, dezenformasyonun etkisini artırmakta ve kamuoyunun doğru bilgiye erişimini güçleştirmektedir. Eldeki bilgiler ve mahkeme salonundan aktarılan haberler, ilgili kişilere yönelik “casusluk” suçlamasının adli süreçte yer almadığını açıkça ortaya koymaktadır. Zanlılar hakkında yürütülen soruşturmalar; muhaceret işlemsiz güneyden kuzeye geçiş, rahatsızlık ve mülke tecavüz gibi iddialara dayanmaktadır. Hal böyleyken, bazı medya kuruluşlarının “casus” ifadesine başvurması, gazetecilik meslek ilkeleri ve hukuki sorumluluklarla çelişmektedir. Bu tür bir tanımlama, nefret söylemini besleyen bir algı yaratmaktadır.

Medya söylemi ile kamuoyu tepkisi arasındaki ilişki, özellikle kriz anlarında daha da belirgin hale gelir. Toplumsal duyguların hızla mobilize olduğu bu tür dönemlerde, medyada kullanılan dilin etkisi yalnızca bilgi aktarımıyla sınırlı kalmaz; aynı zamanda kamuoyunun yönelimi ve tepkileri üzerinde de belirleyici olur. “Linç histerisi”, özellikle hassas toplumsal meselelerde bireylerin veya grupların, medyada maruz kaldığı ağır ve yönlendirilmiş eleştiriler sonucunda toplumsal infazla karşı karşıya kalması durumudur. Gerçeklikten uzak, abartılı haber başlıkları ve önyargılı dil kullanımı, özellikle “hain”, “ajan”, “casus” gibi nitelemelerle desteklendiği zaman kamuoyunu infaza sevk eder.

Medya organlarının haber dili oluştururken kültürel çeşitliliğe saygılı, ayrımcılığı dışlayan ve toplumlar arası anlayışı teşvik eden bir yaklaşımı benimsemesi gerekmektedir. Özellikle bir topluluk ya da etnik kimliğe yönelik genel yargılar üretmek ve bireyleri ötekileştiren imgelerle sunmak gazetecilik etiğine aykırıdır.

Gazetecilik eğitimi ve kurum içi özdenetim politikaları da bu noktada önem kazanmaktadır. Muhabirler ve editörlerin, kullandıkları her bir sözcüğün yaratabileceği etkiyi analiz edebilecek etik farkındalığa sahip olmaları gerekmektedir. Medya kuruluşlarının kendi içlerinde etik denetim mekanizmaları oluşturmaları, benzer durumların tekrarını önleyici bir işlev görecektir. 

Aynı sorumluluk, sosyal medya kullanıcıları için de geçerlidir. Dijital platformlarda hızla yayılan içeriklerin denetlenmesi zor olabilir; bu nedenle her kullanıcı, paylaşım öncesi bilginin kaynağını, bağlamını ve etkisini sorgulamakla yükümlüdür.